Bilezik Yazıları

Sayfayı Paylaş:

TARİHİ YAPILARIN SÜTUN BİLEZİKLERİNDEKİ YAZILAR

 

      Sümerlerin yazıyı icat etmesi ile birlikte sesler, sözcük ve kelimeler ilk defa sembollerle ifade edilmiş, günümüze kadar da gelişerek, değişerek ama hep aynı amaç doğrultusunda kullanılmıştır. Yazının yazma aracı olarak; kalem, kamış vb. kullanılırken, yazılan satıh için; kil tablet, parşömen, kâğıt vd. gibi materyaller tercih edilmiştir. Yazı araç ve gereçleri zamandan zamana, toplumdan topluma değişiklik göstermiş olsa bile amaç sürekli olarak; ağzından çıkan sözcüklerini, düşüncelerini, hislerini, bildiklerini belirli bir yüzeye unutulmayacak ve kaybolmayacak şekilde, harf dediğimiz belirli sembollerle aktarmak. Mağara resimlerinden başlayan süreçle, yazının sanat haline gelmesi, hüsn-i hat ya da kaligrafi olarak anılmasına kadar geçen zaman içerisinde hiç de kolay olmayan uzun ve zahmetli bir yolculuk geçirmiş olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

 

Firdevs içinde Yâ Rabb hûri gılmân refik eyle,Ruhiyçûn el-fatiha. Sene 1109 (Miladi 1697) Ketebe: Mustafa (Yeni Camii)

 

      İslam dünyasında da çok önemli bir yere sahip olan yazı, bambaşka bir çehreye bürünüp sanatlaşarak hüsn-i hat ismini almış, bünyesinde ekoller geliştirmiş sülüs, nesih, talik, divani, reyhani, kufi, muhakkak, rika, tevki gibi farklı yazı stilleri ortaya çıkarmıştır. Hüsn-i hat, Kur’an-ı Kerim yazımında, kitap yazımında, camilerin kubbe, levha ve kuşak yazılarında, mezar taşları ile kitabelerde ve daha birçok alanda kullanılmıştır.

 

Benim ruhum bizi hayır duadan ferâmûş etmeyesiz (Fatih Camii)

 

      Coğrafyamızda, yazının sıraladığımız kullanım alanlarından farklı olarak kullanıldığı bir alan daha vardır ki oda oldukça az bilinen bilezik yazılardır. Sütun bileziği veya perezvane-i sütunda denilen bilezikler, sütunların zeminle birleştiği noktalara estetik bir görünüm vermesi, kötü görüntünün kapanması için yerleştirilen metal yapı elemanlarıdır. İmalat açısından bakıldığında ise bronz, tunç veya pirinçten yapılmış oldukları görülmektedir.

      Osmanlı döneminde sütun bilezikleri, mimari anlamlarından hariç, oldukça farklı bir amaç için de kullanılmışlardır. Sütun bilezikleri ya da perezvane-i sütunlar yazı yazmak için yeni bir saha olarak karşımıza çıkmakta, üzerlerine döneminin önemli hadiseleri, söz uçar yazı kalır deyiminin doğruluğunu ispat edercesine kazınmaktaydı. Konu itibariyle bilezik yazıları; vefat, tayin, evlilik, yangın, dua, beddua, nasihat, beyit, Kâbe’ye gönderilen hediyeler, yeniçeri yazıları ve bireysel imzalardan oluşan oldukça geniş bir yelpazeye sahiptir.

 

Kabetullah’a minber ve altun oluk işlendi, Sultan Ahmed’in zaman-ı şerifinde (Fatih Camii)

 

      Bilezik yazıları, yazıldıkları dönem itibariyle muhtemelen en taze haber kaynağı vazifesi görmekteydi. Bilhassa vazifelilere yazdırıldığı belli olan ve oldukça sanatsal olan yazılar haricinde halktan kişilerinde yazmış olduğu yazılar, imzalar ve beyitler önemli bir yere sahiptir. Yazıların bilhassa estetik yönünden en güzelleri Kasımpaşalı Osman Çelebi tarafından yazılmıştır. Bir çok cami ve türbe ve farklı şehirlerde yazısı ve imzası bulunan Osman Çelebi’den başka yine yazılarına rastladığımız diğer bir hakkak ise Bolulu Ahmed Efendi’dir. İsmimlerini zikrettiğimiz hakkaklar hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi elde edilememektedir.

 

Ketebehu (Ketebehu: Bunu yazdı ) el-fakir Kasımpaşalı Osman Çelebi Sene 1020 (Miladi 1611) (Fatih Camii)

 

      Evliya Çelebi’nin Seyahatname ’sinde Süleymaniye Camii’ni anlatırken, evkaf tarafından tutulan müverrih hakkaklara yani tarihçiliği olan kazıyıcılardan bahsetmektedir. Mühür vb. şeylere kazıyarak yazı yazan meslek çalışanlarına hakkak denilmektedir. Mühür kazıyan hakkaklar yalnızca bu meslek dalında değil, diğer dallarda da eğitilmiş bilgili kişiler olurdu. Mührü kazıyanlar ile güzel yazı yazan hattatlar genellikle farklı kişiler olurlardı. Hattatın yazdığını hakkak uygulardı. Bazen de hakkak ve hattat aynı kişi olurdu. Bu sanatçılara iki kanat anlamında zü’l-cenaheyn denilmekteydi. ( Halûk Perk, Osmanlı Tılsım Mühürleri, Halûk Perk Müzesi Yayınları, İstanbul 2010. Syf. 21)

Elçiler şaha gittiler Muharremin ikisinde. Sene 1017 (Miladi 18.04.1608)

Evliya Çelebi, Seyahatname ’sinde konuyu şu şekilde anlatmıştır:

Bu haremin cevânib-i erbaasında olan amûdelerin aşağı kürsilerinde tûnç bîlâzikler vardır. Evkâf tarafından hakkâk-ı müverrih vardır. Cümle vakâyi’-i azime meselâ ihrâk-binnâr ve zelzele ve gulûv-i velvele misullû şeyler yazılmışdır ki acâyib tarihli sütûn pâyeleridir. ( Evliya Çelebi  Seyahatnamesi,müellifi Evliya Çelebi Mehmed Zıllî ibn-i Derviş, 1.Cild,1.basım,(Dersaâdet İkdâm Matbaası) 1314, syf. 154)

     Günümüz Türkçesi ile Evliya Çelebi “avlunun dört tarafındaki sütunların alt kısımlarında tunç bileziklerin olduğunu, tarih yazan hakkakların vakıflar tarafından tutulduğunu ve meydana gelen yangın, zelzele ve diğer hadiseleri yazdıklarını belirtmiş olup cümle sonunda hayretini gizleyemediğini de göstermiştir”.  (Evliya Çelebi her ne kadar zelzele vurgusunda bulunmuşsada yapmış olduğumuz araştırmada zelzele ile ilgili yazı tespit edilememiştir)

Ah Hüseyin vah Hüseyin dilerim Allah’dan bulasûn Hüseyin. Bedesdenli Hünkârî (Sultanahmed Camii)

      Selatin cami gibi büyük komplekslerin bilhassa duvarlarına, tuvaletlerine, kapı ve pencere sövelerine, bileziklerine yazılan, kazınan yazıları, resimleri kontrol eden, edebe aykırı olanlara müdahale eden ve önleyen mâhin-nukûş isimli görevliler bulunmaktaydı. Mâhin-nukûş, binaların iç ve dış duvarlarına münasebetsiz kimseler tarafından tebeşir, kömür, boya gibi şeylerle yazılan yazılarla resimleri silme işini gören memur hakkında kullanılan bir tabirdir… Yazı ve resimler, yerine göre, badana edilmek veya boya sürülmek suretiyle temizlenirdi. Bunun yerine o manaya gelen “mâniin-nükuş” da kullanılırdı… Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde böyle bir madde ve bir vazife bulunduğu gibi bu işe tayin edilecek adam hakkında izahat da vardır. (Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II.Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983. Syf.382)

 

Bu alemde üç musâhib yar ola; biri aşk biri maşuk biri hizmetkâr ola (Sultanahmed Camii)

     Bilezikler, üretildikleri metalin sertliği, bir kısmının iç bükey, bir kısmının dış bükey olması yazı kazınmasını oldukça zorlaştıran etkenlerdir. Yazılar tokmak, çekiç ve çelik uçlu kalemlerle kazınmışlardır.

      İstanbul genelinde 18 cami, 5 türbe ve Topkapı Sarayı’nın bazı bölümlerinde toplamda 285 adet yazı tespit edilmiştir. En eski tarihli yazı 1506 yılına denk gelirken en yeni tarihli yazı ise 1779 yılına aittir ve her iki yazı da Beyazıt Camii’nde bulunmaktadırlar. Son yapılan araştırma ile yazılar 300’e ulaşmış durumdadır. Yazı kazımada tercih edilen alanların özellikle selatin cami, yani sultanların yaptırmış olduğu camilerin olma sebebi ise insan hareketinin fazla olması ve dönem itibariyle sosyalleşmenin gerçekleştiği neredeyse tek alan olmasıdır. Yazıların büyük çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme dönemine denk gelmektedir. Fakat burada dikkati çeken en önemli husus yükselme döneminde meydana gelen, askeri alandaki hiçbir zafer ve başarının, fetihlerin bileziklerde yer almamasıdır.  Bu noktada sağlıklı bir izahat yapmak imkansız gibi görünmektedir. Askeri ya da devlet erkanı ile ilgili yazılar haricinde diğer yazılar değerlendirildiğinde yazıların magazinsel yönlerinin ağır bastığı görülmektedir. Bazı yazılar ile ilgili üretilmiş şehir efsaneleri de mevcuttur. Özellikle Ayasofya Camii’nde bulunan yazı halk tarafından kıyamet tarihi nitelemesiyle efsane haline gelmiştir. Ayasofya Camii’nde bulunan yazı içeriği haricinde, cami içerisindeki sütunlara yazılmış olan tek yazı örneği olması nedeniyle farklı bir özelliğe sahiptir. Ayasofya Camii’nin bileziğine kazınmış olan yazıda hakkak imzası bulunmamaktadır fakat yazı karakterinden Kasımpaşalı Osman Çelebi’ye ait olduğunu söyleyebiliriz. Bilezik yazısı olarak adlandırılan yazı geleneği tahminlerimize göre matbaanın gelişi ve yaygınlaşması ile ortadan kalkmış ve uygulanması bırakılmıştır.

İslambolda ateş vaki’ oldu rebiu’l-ahirun on birinde. Sene 1022 (Miladi 31.05.1613) (Şehzade Camii)

 


Sultan Murad Şah, Fatma Sultan[ı] İbrahim Paşa’yaverdi. Cemâziye’l-ahirin evvelinde. Sene 994 (Miladi 20.05.1586) (Şehzade Camii)

 

Sahib-i hayrın rahmeti ziyâde, makamın fir[d]evs-i âlâ eyle Yâ Rabbi (Süleymaniye Camii)

 

Ateş-i azim vaki’ oldu Saferun yirmi birinde fi yevm-i Cuma. Sene 1043 (Miladi 27.08.1633) (Süleymaniye Camii)

Sahibu’l-hayrat Saadetlû Sultan Osman Hazretleri (Topkapı Sarayı)

 

On sekizin fi yevm-i Bazar (Pazar) sene 1028 (Miladi 1618) (Ayasofya)