BİR GÜNCE 2

Sayfayı Paylaş:

BİR GÜNCE 2

Sesli düşünmeyi seven bir vatandaş düşünün, gailesi düşüncelerini karşı tarafa iletmek olsun. Meydana gelebilecek olan tartışma ortamından herkes heybesine kırıntılar atıversin. Günce dediğimiz şey de bu amaca hizmet eder. Yazarı her kimse kalemini ya da klavyesini eline alır, düşüncelerini, duygularını ve gözlemlerini içinden geldiği gibi aktarmayı dener… Kendi kendime sorguladığım ve pek tabii kendimin de bilgi edinmek istediği hususlar söz konusu. Bunları tartışmaya açmak benim için en makul olanı.

Kişisel tecrübelerimden hareket ederek yazdığım ve devamını getirmek istediğim bu seri de talebim onanmak ve doğrulanmak değil.

Sadece ‘’Cogito ergo sum’’ yani düşünüyorum öyleyse varım.

İZLENİMCİLER VE KÜBİSTLER NEREYE VARMAK İSTEMEKTEDİRLER?

20. yüzyılda bazı Türk sanatçılarımız ya devlet tarafından finanse edilerek ya da kendi ceplerinden belli rakamlar ödeyerek Paris’e eğitim almaya gidiyorlar. Bu eğitim sürecinde kendilerini ifade edebilecekleri resim anlayışının İzlenimcilik olduğu kararına varıyor Çallı Kuşağı sanatçıları. Yıllar sonra bir patırtı çıkıyor ki inanamazsın. ‘’İzlenimcilik de neymi Cezanne temelli bir Kübizm dururken’’ Tabii dururlar mı başlamışlar eleştirmeye Çallı Kuşağını. Haaa sonra hak ettikleri payeyi veriyorlar ama yandı gülüm keten helva! Az ileride bazı yazarlarca İzlenimci/Kübizm rekabeti hususunda Kübizm ’in bir irtica hareketi olduğu ve tehlikeli bir hastalık olarak nitelendirildiğini de okumuştum…

Tartışma düsturu içeride de dışarıda da aynı. Her zaman farklılık karşısında reddedici bir yaklaşım sunan kişiler ülke ya da kıta fark etmeksizin yer alabiliyor tarih sahnesinde. Üstelik her bir yeniliğin diğer bir yeniliği meydana getireceği gerçeğini unutarak. İnsanoğlu hep tartışmalarla boğuştuğundan ana fikir hususunda geri kalıyor, asıl hususu kaçırıyor. Yenilik tohumları iş çıkarma olarak algılanıyor olsa gerek…

SATRANÇ USTASI DUCHAMP’IN GİZEMİ

Sıradaki durağımız alaycı bir kayıtsızlık tavrı takınan Marcel Duchamp. Hani şu herkesin bildiği Pisuarın sahibi. Başlıkta kötü çocuk rolünü kendine pek yakıştıran sanatçıyı ‘’Satranç ustası’’ olarak dillendirdim. Bunu söylememin nedeni eleştirmenler tarafınca ‘’Bir yerden sonra sanatı falan bıraktı gitti satranç oynadı.’’ minvalindeki sözleri. Duchamp acaba yolda anlamış olabilir mi gereksiz işler ile uğraştığını? Niçin kendini sanat yerine satranca adamış hiç bilinmez ama sanat eleştirmenlerinden bazıları bu durumun altındaki o uhrevi karanlığı hayret verici şekilde şahsi cinsel arzularında aramıştır. Bu girişimde bulunanlardan birisi şu sözleriyle sanat eleştirmeni, şair ve akademisyen olan Donald Kuspit idi; 

''.(..)Satrancın – ironik bir açıdan – cinsel anlam taşıdığını ifade etmekte fayda var. Satrançta vezirin görevi şahı korumaktır. Çünkü vezir şahtan daha güçlüdür, hatta oyundaki en güçlü taştır. Şah ile vezir aynı hareketleri yapabilirler, bu nedenle de birbirlerine benzerler, ama şah bir defada yalnız bir kare ilerleyebilirken vezir istediği kadar ilerleyebilir – yani aralarında önemli bir fark vardır. Dışarıdan bakıldığında yönetici olan şah, aslında vezirin yanında iktidarsız ve pasiftir. Tam anlamıyla bir satranç ustası olan Duchamp, kimi zaman içindeki şahı korumak için veziri kullandığında bile örtük biçimden kendine vezirle özdeşleştirmiştir. Bir tarafın ‘’mat’’ olmasıyla oyunun sona ermesi satrancın cinsel karakterini de göstermektedir. Satranç ironik bir ‘’çiftleşme/mat olma oyunudur; Duchamp bu oyunu büyük olasılıkla çabucak öğrenmiştir (…) (Kuspit, 2018: s. 62-64).

Yazarın Sanatın Sonu’nu getirdiği kitabında bazı sanatçılarla ilgili olarak psikanalitik eleştirileri bulunuyor. Daha sonraki okumalarımda kendisinin aynı zamanda bir psikiyatri uzmanı olduğunu öğrenmiştim. Tabi sadece Duchamp’ı değil aynı zamanda Barnet Newmann ve Young British Artists sanatçılarını da belli başlı hususlarda eleştirmiş kendisi… 

                                                         

Marcel Duchamp Satranç Oynuyor, Marcel Duchamp, his pipe, and his passion for chess | Christie's (christies.com.cn) (Erişim: 16.05.2022). 

Üzerine basarak söylüyorum eğer ki kendisinin Duchamp ile şahsi bir muhabbeti var ise o zaman benim bu çıkarımım kendisini imha edecektir. İnanır mısınız bayağı bayağı okudum, satranç ile cinsellik arasındaki o muğlak ilişkiyi çözümlemeye kafa yordum. Ancak bu çıkarım özelinde herhangi bir veriye ulaşamadığımı belirtmek isterim. Yazar Octavio Paz Duchamp’ın hazır yapıtlarının anlamı üzerine kafa yoran isimlere şu sözlerle sesleniyor; ‘’Bu yorumların birçoğu muhtemelen Duchamp’ı kahkahalara boğardı. Bunca yorum ortaya atılması onların plastik sanatlar yerine eleştiri ve felsefeyle bağlantılı olduklarını gösteriyor. (Paz, 2017, s .28).

Bu daha bir şey değil daha ileride Pisuarı yani Çeşme’yi (1917) sanatçının kız kardeşine olan aşkına ve reddedilmesine bağlayanlar, pisuarın formunun vajinaya benzemesi üzerinden çeşitli yaşamsal altyapı arayışlarına girenler de bulunmakta. Satranç/Cinsellik/Pisuar/Kız kardeş ve dahası… Bahsettiğim şey Duchamp’ın ürettiği herkes tarafından bilinen, cinselliğe referans veren eserleri asla değil aksine pisuar, yani bir hazır-nesne üzerinden varılan sonuç…Tabii sonraları araştırmaya koyuldum ve en önemli kaynağın Duchamp’ın kendisi olduğu düşüncesinde netleştim. Bu anlamda doğru bilgi için sanatçı röportajları kapsamında James Johnson Sweeney ile yaptığı konuşmasını izledim sanatçının. Acaba eserlerinin alt metninde aranan –ki Kuspit bunu satrançla bağdaştırıyor çünkü Duchamp satranç oynuyor- o cinsellik yönünü anlatmış mıydı bu kayıtlarda? Ya da pisuarı özellikle ters çevirerek bahsedilen cinsellik vurgusunu yansıtma telaşesini ön plana mı koymuştu? E hani bir eserin hele ki bu tür eserlerin ardında bir hikâye arıyoruz ya bahsetmiştir diye düşündüm. Pür dikkat dinledim ve röportajdaki satranç söylemlerini buraya aktarıyorum;

M.D: Örneğin satranç benim için bir hobiydi. Bu herkesin oynayabildiği bir oyundu. Ben biraz bu oyunu ciddiye aldım ve oldukça eğlendim. Çünkü satranç ile sanat arasında çeşitli ortaklıklar buldum. Satranç oynarken bunun biraz da resim gibi olduğunu düşünürdüm. Bir şeyleri tasarlamak ve inşa etmek gibi… Yarışmacılık hiç önemli değildi. Oldukça plastik bir şey, galiba bu beni asıl çekme nedeniydi.''

Bir diğer röportajının konusu ise doğrudan satrançtı;

R: Satranç hayatınızda neyi temsil ediyor? Kalıcı bir yeri mi var? Yoksa bu satranç sevgisinin altında matematik aşkı söz konusu olabilir mi?

M.D: Elbette, ben her zaman matematik ile ilgiliydim. Ama çok ciddi bir şekilde olduğunu söyleyemem. Matematikçi olmak konusunda doğal bir yeteneğe sahip değildim. Ancak satrançtaki matematik beni eğlendirmişti. Bu tarz bir matematiği kolayca öğrendim. Bu matematikten ziyade bir mantık, hatta matematiğe göre çok daha mekanik. Taşlar hareket ediyor, üst üste biniyor, birbirini yok ediyor… Durmaksızın hareket halindeler ve beni cezbeden de bu.

R: Peki size göre satrançta bir sembol var mı?

M.D: Hayır.

R: Sırf keyif için yani? Başka bir şey ifade etmiyor?

M.D: Bazen bir uyuşturucuyu andırdığını düşünüyorum. Yani şöyle ki uyuşturucu olmasa da satranç, bağımlılık yapıyor. Kısaca genç yaşta satranç oynamaya başlarsanız, onunla büyür onunla yaşlanırsınız hatta onunla ölürsünüz. Yani bu kolayca bırakıp arkanızı dönüp gidebileceğiniz bir tutku değildir. İnsanla mezara kadar gider. Ve dolayısıyla hayatımızda olağanüstü bir zaman alır. Bu benim başıma geldi ve isteklerimi yapmama katkı sağladı. Yani olabildiğince az resim yapmak, yaptığım resimlerde tekrara düşmemek noktasında işe yaradığını düşünüyorum.

Bu röportajların sonucunda vardığım ana fikir sanat yazarlarının ve eleştirmenlerinin hayal gücünün bir hayli yüksek olduğuydu. Adamcağızın tek söylediği şey yukarıda görüldüğü üzere sanat hep ‘’Retinal’’ yani göze hitap eden olmak zorunda mı? Üstelik bu bir hazır nesne. Kendisi form vermiyor, kendisi üretmiyor, kendisini katmıyor yani işin içine…

Şunu da ekleyeyim eğer bana böyle bir yönü var ise söyler mi diye soruyorsanız şayet benim cevabım sanatçının kendisinin söylemediği böylesine bir şeyin sonucuna nasıl varıldığı olurdu. Şu haliyle yazarın başarılı bir kurgu-yorumu olarak görünüyor. Kaldı ki Duchamp çok önceleri satranç oynadığını söylüyor, ailesiyle satranç oynarken kendisini resmediyor vesaire

Ah Duchamp,

Sen yok musun sen… ‘

Not: Sayın Kuspit'in kitap içerisinde yaptığı birçok eleştirinin sağlam temellere oturduğuna inanıyorum ve çoğu noktada aynı düşüncelere sahibim. Bu alana son derece önemli hizmetler vermiş birisi. Sadece Duchamp & Satranç okuması üzerinden bir değerlendirme sunuyorum.

’YAPIT GÜÇLÜDÜR YA DA DEĞİLDİR… AMA SANATTIR, BUNU TARTIŞMAM.’’ MARCUS GRAF

Sayın Marcus Graf’ın küratörlük koltuğunda oturduğu ‘’Belki Sonra’’ sergisi özelinde bir programda idik geçenlerde. Moderatör kendisi gibi küratör ve Akademisyen olan Sayın Dilek KARAAZİZ ŞENER idi. Birçok anlamda bizlere ışık oldu Sayın Marcus Graf… Kendisine ne kadar güzel bir alanın paydaşı olmak adına kafa patlattığımızı defaten hatırlattığı için teşekkür etmek istiyorum. Tabii söz konusu bir sanat sergisi üzerine gerçekleştirilen bir konferans olduğunda, biz izci ruhlar, bir şekilde konuyu sanat nedir ya da ne değildir’e vardırıyoruz. Hele ki etrafta cevabını verebilecek bir isim var ise…

                                                              

                                                              Marcus Graf, Telifsiz Görseller Creative Commons

Sanat bilirsiniz herkes tarafından anlaşılmak isteniyor ve pek tabii kavram hakkında netleşmeye dair arzular bulunuyor benliğimizde. Şunu da belirtmek gerekir ki bu günümüze kadar pek çok önemli yazarında tartıştığı bir husustur… Ne menem şey şu Sanat! Bunu bende yaparım geçen Abidin’in Mehmet’te yaptı. Bu da bir şey mi İsmail benim dayımın oğulları mermiye kafa attı…

Sayın Graf bizlere yıllar yıllar önceleri sanatın ‘’sanatçının sanat olarak ortaya koyduğu her ne ise sanattır’’ noktasına geldiğini anımsattı söylemleriyle. Kim bilir belki de Kurt Schwitters’a selam çaktı oracıkta. (Burada bir isim telaffuz etti ancak net bir şekilde duyamadım.) Az ileride ‘’evet ama her yapıt güçlü bir yapıt olmayabilir Picasso’nun her yapıtı güçlü müdür’’ şeklinde de bir soru yönelterek tartışmayı genişletti… Konuşmanın belli bölümleri bana yine, yeniden n’için sanatı ilkokuldan itibaren gündemimize al(a)madığımızı sorgulattı. Eğer alabilmiş olsaydık ve sanatın kendi içlemindeki kırılmaların birer seyircisi olabilseydik hep birlikte, muz ya da dışkı kutusu gördüğümüzde daha normal tepkiler verebilirdik diye düşünüyorum. En azından bu sanat mı demeyiz yahu…

Tabi Marcus Graf’ın tam tersi düşüncelere sahip isimlerde bulunuyor. Örneğin YouTube üzerinden izlenebilir olan ‘’Çağdaş Sanat Kandırmacadan mı İbaret’’ adlı röportajda Sayın Avelina Lesper birçok sanatçıyı sahtekâr olarak nitelendirmekte…

Dünya bu yüzden güzel çünkü her yiğidin yoğurt yiyişi gerçekten farklı…

CEZANNE VE KÖYLÜNÜN PARALEL EVRENDEKİ ÇILGIN MUHABBETİ (!)

Sanat söz konusu olduğunda yerleşmiş gelenekler sebebiyle bizler her zaman ilahi bir anlam arayışında oluyoruz. Hatta öyle ki sanatçıların kendi ağızlarından duymadığımız anlamlara bile ulaştığımız zamanlar olabiliyor. Bu tarz çözümlemelere ilk cevap verenlerden biri Pablo Picasso olmuş. Sanatçının sanatı her farklılığın ardında ‘’uhrevi’’ bir güç, yani ‘’yaşam hikayesi’’ ve ‘’Tanrının elinin’’ olduğu düşüncesiyle okunmuş, matematik, geometri ve çeşitli bilimsel verilerle açıklanmaya çalışılmış. Picasso ise cevap olarak ‘bunlar içi boş yorumlardır. Bu alanlarla asla bir ilgim yok.’’ çıkışında bulunmuş. ‘’Ben bir resmi yaparken önceden belli bir plan kurgulamıyorum, araştırma yapmıyorum, aramıyorum, buluyorum’’ diye de eklemiş. Bunu ben miyorum Picasso’nun kendisi söylüyor. Elçiye zeval olmaz hani..

Geçenlerde Cezanne ile ilgili araştırmalar yaparken görmüş olduğum şu yorum üzerine kahkaha atmıştım… Söylem şu idi; ‘’Paul Cezanne'la ilgili bir anekdot: Cezanne bir gün ormanda resim yaparken yoldan geçen bir köylü sorar: Ne yapıyorsun? Cezanne cevaplar; şu ağacın resmini yapıyorum Niye ki? O zaten var orada… Bunun üzerine Cezanne'ın beyninde bir ampul yanmış; "Hakikaten haa, niye yapıyom ki ben bunun aynından. Dur şunu hafiften parçalıyım" demiş ve kübizmin temellerini atmıştır.’’

Cezanne böyle bir diyaloğun bir paydaşı olmuş mudur bilinmez ama hazır yeri gelmişken bu ironik yorumu yansıtmak istedim...

                                                            

       Paul Cezanne, Paul Cezanne Kimdir? | Sanat Tarihi | Okur Yazarım (okuryazarim.com) (Erişim: 16.05.2022).

 

KAYNAKÇA

Antmen, A. (2021). 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul: Sel Yayıncılık

Artun, A. (2021). Modernizm Kavramı ve Türkiye’de Modernist Sanatın Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları

Kuspit, D. (2004). Sanatın Sonu, (Çev. Yasemin Tezgiden), İstanbul: Metris Yayıncılık

M. (2013). Sanatçıları Okumak ya da Postmodern Söyleşiler, Ankara: Ütopya Yayınevi

Paz, O. (2017). Marcel Duchamp Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü, (Çev. Şule Demirkol), İstanbul: Everest Yayınları

RÖPORTAJLAR

Marcel Duchamp Röportaj: Dada hakkında konuşuyor (1956), https://www.youtube.com/watch?v=Wuf_GHmjxLM (Erişim: 20.03.2022).

Marcel Duchamp – Satranç (Çeviri: Murat Erşen); https://www.youtube.com/watch?v=UIbrecadopc&t=31s (Erişim: 10.04.2022).