Sanatın Biricikliği Fenomeni

Sayfayı Paylaş:

 

                                         David - Donatello, Michelangelo e Bernini (spiegato ai truzzi) (pinterest.ch)

SANATIN BİRİCİKLİĞİ FENOMENİ

Lisans döneminde makaleleri Avrupa’nın birçok köşesinde okunduğu bilinen bir hocamız vardı; Sayın Metin Coşar. Dersleri çok keyifliydi. Kendine has tarzıyla beni etkileyen hocalardan biri olmuştur. Kendisinden aldığımız dersin adını tam hatırlamamakla birlikte ''Estetik ve Düşünce Tarihi'' olduğunu anımsıyorum. Bu ders kapsamında hayata dair çeşitli çıkarımlarda bulunmuştuk. Bunlardan birisi Adalet’in ne olduğu üzerineydi. Adalet bizim için o vakitten sonra ‘’hak edene hak ettiğini vermek’’ olmuştu. Metin hoca ilerleyen derslerde bize bir ödev verdi. Ödevin konusu ‘’Sanatın Biricikliği Fenomeni’’ydi. Klasik öğrenci mantığıyla hareket ederek Google’da aradım. Sonuç yok… İş biraz başa düşmüştü sanki… Peki neydi bu biriciklik? Bilirsiniz Felsefe alanında birbirini çürüten birçok farklı düşüncenin varlığını görürüz. Keza aynı şekilde bilim ve teknoloji yeni buluşlarla beraber sürekli olarak kendini yeniler. Hukuk alanında anayasal düzenlemelere gidilmesi mümkündür. Peki ya sanat? Sanat değişebilir miydi? tekrarlanabilir miydi? yoksa ‘’eşsiz, tek ve biricik olan’’ mıydı? Örnekler üzerinden inceleyelim…

Leonardo Da Vinci, Mona Lisa

Leonardo Da Vinci’nin ‘’Mona Lisa’’ adlı eseri günümüzde her evin duvarında kendine yer bulabilir. Teknolojinin gelişmesi ve fotoğrafların çoğaltılabilmesi bu durumu mümkün kılmaktadır. Ya da günümüzde gitmek istediğimiz herhangi bir müzeye internet üzerinden tek tıkla ulaşabilme imkanına sahibiz. Kısaca ‘’Mona Lisa’’ her yerdedir. Yine herhangi bir sanatçının kendi ismine özgülenen bir eserini, başka bir sanatçı, taklit etme çabası içerisine girebilir. Her halükârda bu saydığımız seçenekler ile bir yapıtın aslı arasında eksikler olacaktır. Bu eksiği ‘’eserin meydana getirilmiş olduğu yer ve zamandaki ‘’biricik varlığı’’ olarak nitelendirebiliriz. Hatta bir sanatçının daha önce yaptığı bir eseri bir kez daha yapmayı denediğinde, aynısını yapma hususunda başarısız olma olasılığı yüksektir. Buradaki biricik varlığın gizi ve şifresi ‘’Sanatçının resmini icra ederken o anda ki hisleri, fikirleri ve ulaşmak istediği hedefte saklıdır.’’ Leonardo Da Vinci’nin bugün mezarından çıkıp ‘’Mona Lisa’yı’’ tekrar yaptığını düşünelim. Bu eser artık bambaşka bir zaman diliminde hayata geçen farklı bir yapıt olacaktır.

Ayasofya

Dünya mimarlık tarihi açısından en önemli anıtların başında gelen Ayasofya’nın yarım kubbeli mekân çözümlemesi ve anıtsal boyutları başta Mimar Sinan olmak üzere birçok Osmanlı mimarını etkisi altına almıştır. Ancak her ne kadar Ayasofya örneğinin ilham oluşu yoğun bir şekilde görülse de Osmanlı mimarlığı, Sinan örnekleri ile ‘’bambaşka bir mekân anlayışına’’ ulaşmıştır. Bu anlayış mekânın bütününü ele alan, birleştirme anlayışıdır. Buradan hareketle Mimar Sinan’ın eserlerine kendi yorumunu, kişiliğini, birikimini ve yeteneğini katarak hiçbir şekilde tekrara düşmediğini ve ‘teklik’’ özelliği taşıdığını ifade edebiliriz. Anthemios ve İsidoros tarafından inşası gerçekleştirilen Ayasofya gibi Mimar Sinan’ın hayatı boyunca edindiği deneyimlerin bir bileşkesi olan ve kubbe altı mekân birliğini tam anlamıyla çözdüğü Selimiye camisi eserinin de ‘’biriciklik’’ özelliğini taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Burada biriciklik kavramını sorgulayıp, tanımlamaya çalışırken, sorulması gereken asıl soru ‘’Selimiye’den ya da Ayasofya’dan başka bir tane daha var mıdır?’’ Olmalıdır. Cevabı kısa ve nettir; bir tane daha yoktur.

Davut Heykelleri

Bir diğer örnek olarak Rönesans ve Barok sanatı dönemleri kapsamında incelenen Heykeltıraşlar; Michalengelo, Bernini ve Donatello tarafından yapılmış olan ''Davut Heykeli’'nden söz edelim. Aynı konunun farklı sanatçılar tarafından çalışıldığını ve üslup olarak birbirlerinden bir hayli farklılaştıklarına tanık oluyoruz. Donatello’nun Davut heykelinin süslemeci bir anlayışı yansıttığını, Michalengelo’nun Davut heykelinin anatomiyi ön plana çıkaran bir yaklaşımla oluşturulduğunu ve Bernini’nin Davut heykelinin ise kaşların çatıklığı ve sert yüz hatlarıyla duygu durumlarının abartılı kullanımı ile ortaya koyulduğunu görüyoruz. Aynı tema üzerine şekillenmiş bu üç eserin birbirinden bu denli farklı bir yapıda olmasını hangi argüman ile açıklayabilirdik? Bu sorunun cevabı olarak üç sanatçınında eserlerine ‘’kendi damgalarını’’ vurduklarını ve ortaya çıkan üretimlerinin kendi bakışlarının, fikirlerinin, duygularının, yorumlarının, malzeme ve yöntemlerinin bir sentezi olduğunu söylemek mümkündür. Üç sanatçıda birbirlerinin tekrarına düşmemiş, taklit yapma gereksinimi duymamış ve özgün bir bakış açısıyla eserlerini üretmişlerdir.

Konu kapsamında örnek olarak dillendirilecek isimler ve alanlar çoğaltılabilir. Örneğin Müzik alanında Ludwig Van Beethoveen’ın ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın bestelerinin taşıdığı kendine özgü benzersiz yapısı, Edebiyat alanında Gustavo Flaubert, Emile Zola, Victor Hugo, Franz Kafka, Jean Paul Sartre gibi yazarların yine kendilerine has ve eşsiz yapıtlar ortaya koymaları da bu konu kapsamında sözü edilebilecek niteliktedirler.

Sonuç

Sanat bireyselliği, eşi ve benzeri olmayanı, bireysel olanı işler ve sanatçının eserine kendi damgalarını vurması sonucu sanat eseri haline gelir. Bu sebeple resim sanatında Leonardo Da Vinci’nin Mimari’de Sinan’ın, Müzik alanında Ludwig Van Beethoven’in Heykel alanında Michalengelo’nun bir devamı ya da tamamlayıcısının olması mümkün değildir. Örneğin Felsefe ’de Descartes’in ortaya koyduğu bir felsefi düşüncenin üzerine yeni düşünceler eklenebilir, o düşünceler eleştirilebilir, çürütülebilir ve yanlışları gösterilebilir. Yine aynı şekilde Bilim alanında da yeni gelişmeler, var olan kanıların önüne geçebilir. Hukuk alanında yeni yasaların yürürlülüğe koyulması üzerine eski yasaların etkisi ve geçerliliği ortadan kalkabilir. Siyasa alanında politikaların değişiminden ve düzenlenmesinden söz edilebilir. Ancak meydana getirilmiş bir sanat eseri üzerine ‘’tekrar edeceğim’’, ‘’Ben bundan daha iyisini yapacağım’’ ya da ‘’düzelteceğim’’ Denilemez. Ek olarak Ayasofya örneğinde gördüğümüz gibi sanat eski olandan mutlaka yararlanacaktır ancak yine de sanatçının bireysel bakışı ve etkisi ile bambaşka bir eser ortaya çıkacaktır.

Sanatçı geçmişten yararlansa dahi; kendini geliştirir, çalışma tarzını belirler, malzemesini özgün bir biçimde kullanmayı öğrenir ve bu bilgilerini eserlerine yansıtır. Ortaya çıkan sonuç ise ‘’biricik’’tir.

Not: 20.yüzyılda bu duruma ''Andy Warhol'' adlı bir sanatçı meydan okumuştur... Sonraki bir yazıda değinmek dileğiyle...

Kaynak Önerisi

Bozkurt, N. (2020). Sanat ve Estetik Kuramları, Bursa: Sentez Yayıncılık